Kaynak: "Meryem TÜRKMEN"
3 dilli kardeş şehir olarak bilinen Siirt’te Kürtler, Araplar ve Türkler bir arada yaşıyor. Eski bir yerleşim yeri olarak bilinen Siirt’te yaşayan Arapların kökenleri ve tarihleri de merak ediliyor. İşte Siirt Araplarının kökeni ve tarihi…Siirtli tarihçi Hüseyin Bakır şehrin Araplarının kökenine ve tarihlerine dair bir araştırma yayınladı. Bakır araştırmasında Arapların kökenine dair önemli bulgulara yer verdi. Tarihçi Bakır’ın araştırması ise şu şekilde;
SİİRT ARAPLARININ KÖKENİ VE TARİHİ
Siirt Araplarının kökeni ve tarihi konusu ilk olarak,1946 yılında basılan “Siirt Tarihi” adlı kitapla ele alınmıştır. 1923-1954 yılları arasında Siirt il müftülüğü yapan Ömer Atalay tarafından kaleme alınan bu kitaba göre, Siirt Araplarının kökeni Türk’tür. Lisanları ise Türkçeyle Arapçanın karışmasından oluşan Arap kırması denilebilecek bir dildir. Öne sürülen bu iddialar, Siirt’in Arap istilalarına (fetihlerine) dek sadece Türk obalarıyla müteşekkil bir bölge olduğu ve Siirt Arapçasındaki çoğu kelimenin de aslında Türkçe kökenli olduğu gibi tezlere dayandırılmıştır. Ancak Milli Şef Dönemi’nin hissi atmosferinde ortaya konan bu savlar yoğun bir öznellik taşımaktadır. Her ne kadar Siirtli Atalay tarafından bu iddialar kesin tezler olarak sunulmuşsa da bugünkü tarihi ve filolojik verilere göre bu iddiaların bilimsel bir geçerliliği yoktur. Zira İslami fetihlerden önce ve sonra Siirt’in bulunduğu Cezire (El Cezire) bölgesinde çeşitli Arap boy ve kabilelerinin yoğun olarak yaşadığı bilgisi üzerine günümüzde herhangi bir tartışma söz konusu değildir. Ayrıca Alman filolog Prof. Dr. Otto Jastrow’un araştırmalarına göre Siirt şehrinde konuşulan Arapça, Türkçeyle Arapçanın karışmasından oluşan bir dil değil, Arapçanın arkaik (kadim) bir lehçesidir.(Qiltu/Kiltu (Kuzey Mezopotamya) lehçesi olarak adlandırılan bu dil, özellikle yabancı araştırmacılarının dikkatini çekmiştir. Bu konudaki yayınlara göre Siirt Arapçasının dahil olduğu bu dilin, Siirt Araplarına göre daha geniş ve eski bir tarihe sahip olduğu düşünülmektedir. Bu cihetle Siirt Arapçası başlı başına ayrı bir yazının konusudur.)
Öte yandan yukarıdaki iddiadan uzun seneler sonra Siirt’in duayen gazetecilerinden Cumhur Kılıççıoğlu, 2004 yılında“New York’tan Mekke’ye” adlıbir kitap telif etmiştir. Siirtli Kılıççıoğlu bu kitabında Siirt ve Mardin Araplarının, İspanyol zulmünden kaçan Endülüslü Müslüman Arapların torunları oldukları yönünde bir iddiada bulunmuştur. Kılıççıoğlu ortaya attığı bu tezini, Amerika’daki Metropolitan Müzesi’nin bazı ansiklopedilerine ulaşarak oluşturduğunu belirtmiştir. Bu söylemlerini bilahare çeşitli mahfillerde de dile getirmekten kaçınmamıştır. (Örneğin; Kılıççıoğlu’nun sahibi olduğu Mücadele Gazetesi’nin 7 Aralık 2009 tarihli “Veleye’liler Tarık Bin Ziyad’ın Torunlarıdırlar” başlıklı haberi ve27-28 Mayıs 2016 tarihli Uluslararası Siirt Arapçası Çalıştayı’nda, Kılıççıoğlu’nun yine bu minvalde sunduğu bildiri…) Fakat Kılıççıoğlu defaatle gündeme taşıdığı bu tezinin ispatı üzerine şu ana dek herhangi yazılı veya sözlü bir kaynak ortaya koymamıştır. Bu durumun yanı sıra mezkur iddia, Kılıççıoğlu dışında başka hiçbir araştırmacı tarafından da yazılmamıştır. Dolayısıyla bu iddiayı da bilimsel bir çerçevede değerlendirmenin imkanı bulunmamaktadır.
Bu iddiaların yanı sıra Siirt Araplarının kökeni üzerine ara ara çeşitli sözlü etnik iddialar da ortaya atılmıştır. Siirt Araplarının Yahudi kökenli olabileceği yönünde yakın dönemde ileri sürülen bir sav buna örnektir. Bu sava göre Siirt Arapları, yaşayış ve kültür açısından klasik bir Arap profiliyle uyuşmamaktadırlar, diğer taraftan bir başka Sami topluluk olan Yahudi toplumunun “hadarilik, ticarete meyil…” gibi hasletlerine ise yoğun olarak sahiptirler. Ayrıca bu varsayımlara ek olarak Siirt’in Cumhuriyet öncesi camilerinden Babuddarp Camisinin kubbe ve minaresindeki Davud Yıldızı’nı andıran yıldız figürleri de bu durumun kanıtlarını oluşturur. Fakat sadece öznel/indi bazı değerlendirmelere ve basit cami figürlerine dayanarak etnik bir aidiyet ortaya koyma iddiasının tutarlı ve bilimsel hiçbir tarafı bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra Siirt Babuddarp Camisi de muhtemelen yüzlerce yıllık bir mescit değildir. Ayrıca Osmanlı dönemi Siirt şeriyye sicillerinde, Yahudi toplumunun Siirt’teki varlığından da pek bahsedilememektedir. Yani bu iddianın da herhangi bir nesnel karşılığı yoktur.
Yukarıda dile getirilen subjektif tezlerin ardından bu konudaki hali hazırda var olan bilimsel kanaat paylaşılabilir:
Diyanet İslam Ansiklopedisi’nin “Cezire” maddesine göre Siirt’in de bulunduğu Yukarı Mezopotamya bölgesinin tarihi adlarından biri Cezire (El Cezire)’dir. (Arapça kökenli bir kelime olan cezire sözcüğünün Türkçe karşılığı “Ada”dır. Bu bölgenin ada ismiyle nitelenmesinin nedeni, Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan toprakların bir adaya benzetilmesinden ileri gelmektedir.)Kaynaklara göre (başta Yakut el-Hamavi, İbnü’l Esir, Belazuri gibi Orta Çağ İslam tarihçilerinin eserlerine göre) İslami fetihlerden çok önce Rebia, Mudar ve Bekr gibi büyük bazı Arap kabileler Cezire bölgesine yerleşmişlerdir. Bu sebeple Cezire bölgesi, İslam’dan önce ve İslam tarihinin başlarında “Diyar-ı Mudar, Diyar-ı Rebia ve Diyar-ı Bekr” olmak üzere üç tarihi sahaya ayrılmıştır. Dicle üzerinde Rebialar, Fırat boylarında Mudarlar, Bekriler ise adlarını verdikleri diyarda yani Diyar-ı Bekir topraklarında hayatlarını sürdürmüşlerdir.(Bu kabileler İslami fetihlerden önce çoğunlukla Hristiyandırlar.)
Bekir Sami Seçkin’in “Başlangıçtan Günümüze Siirt Tarihi’ adlı kitabında aktardığı bilgilere göre Rebia kabilesinin kollarından en önemlisi Şeybanlardır. Şeybanlar da Mardin ve Siirt toprakları üzerinde hayatlarını idame etmişlerdir. Yine Siirtli Seçkin’in ifadelerine göre, İslami fetihlerle beraber Hz. Osman’ın emriyle Şam Valisi(buradaki Şam bugünkü Dımaşk şehrine değil tarihi Biladü’ş-Şam bölgesine tekabül eder) Muaviye, Arap Yarımadasında bulunan bazı Arap kabilelerini Diyarbakır, Siirt, Mardin ve Urfa bölgelerine yerleştirmiştir. Yani Siirt Araplarının, İslami fetihlerden önce burada bulunabileceği gibi İslami fetihlerden sonra buraya göç eden Arap fatihlerin torunları olma ihtimalleri de vardır.
Bu çerçevede bugün Siirt’te yaşayan Arapların, İslam fethinden önce veyahut sonra bölgeye yerleşmiş Arap kabilelerine mensup oldukları sonucu rahatlıkla çıkartılabilir. Öte yandan bilindiği üzere Anadolu coğrafyası, yüzlerce devlete ve medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Bu nedenle Anadolu coğrafyasında homojen bir etnik grubun olduğunu söyleyebilmek çok zordur. Nitekim bugün bile Siirt yerlileri arasında, anadili Siirt Arapçası olmasına rağmen köken olarak Kürt veya yakın dönemde Müslümanlaşarak “Mislimeni” adıyla tanınan eski Gayrimüslim unsurların da mevcut olduğu bilinmektedir.
Bir başka taraftan Siirt şehri yerlileri, dillerini Arapça (Arabî) olarak isimlendirseler de kendilerini tam olarak bilinmeyen bir sebeple bugüne değin“Arap” sözcüğüyle değil Arapça Siirtli manasına gelen “İs’irdî” kelimesiyle tanımlamışlardır. Böyle olmakla beraber“Siirt şehrini” ise vilayet-şehir manasına gelen “Veleye” ismiyle nitelemişlerdir. Bu bilgilere binaen, bu konuların aslında birçok açıdan değerlendirilmeye ihtiyaç duyduğu belirtilmelidir.
Son olarak ise kısaca Siirt şehrinin en büyük yerli ailesi olarak bilinen Debbağ Ailesi’nden bahsedilebilir. Bu ailenin Siirt şehrindeki lakabı “Beyt-id Debbağ”tir. Debbağlar bu lakabı yaptıkları iş dolayısıyla edinmişlerdir. Geçmişte popüler bir meslek olan debbağlık, hayvan derilerinin işlenerek kullanılır hale getirilmesi hizmetini sağlamıştır.Debbağ Ailesi’nin Siirt’teki nüfusu üzerine net bir sayı vermenin imkanı olmasa da Siirt merkezinde onlarca farklı soyadına bölünmüş oldukları bilinmektedir. Ayrıca Debbağ Ailesi hakkında daha fazla bilgiye ulaşmak adına Siirtli Araştırmacı Şakir Özmazı’nın çalışmalarına bakılabilir…
Siirtliler İftar Sonrası Çereze Yoğun İlgi Gösteriyor
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.